4 Ağustos 2009 Salı

Atatürk Kaç Çocuk Yapmamızı İsterdi?

Dışa bağımlılık dediğimiz...

Dışa bağımlılık sadece iktisadi bir mesele değildir öncelikle ve özünde beyinsel bir bağımlılıktır.

Bizim gibi azgelişmiş ülkelerin tümünde aynı mekanizma aynı şekilde işler; dışardan mal ve teknoloji alınırken ülke yabancı devletlerin bir pazarı haline gelir. Bu fasit bir dairedir ve bizim gibi ülkeler de birkaç yüzyıldır bu dairenin içinde debelenip durur.

Ama bu fasit dairenin dışına çıkmak için öncelikle beyinsel bir bağımsızlık gerekir çünkü iktisadi bağımlılığın kökeni ekonomik altyapıda değil beyinlerimizdedir.

Fakat bu temel sorun genelde es geçilir çünkü ucu herkese dokunur...

O nedenle özellikle ilerici kesimler dışabağımlı yapıyı eleştirirken suçu hep mekanizmaya ve iktisadi sürece atarlar. Bu bir doğrudur ama başka bir doğrunun üzerini de kurnazca örtmektedir.

Beyinsel bağımsızlık için Atatürk’ün bulduğu çözüm eğitimin millileştirilmesiydi. Böylece Türk eğitim sistemi milli beyinler yetiştirecekti. Önemli olan ülke olarak kalkınmaktı ve bu kalkınma için de okuyan nesiller milli düşünmeliydi.

Bugün çok millici geçinen bizim zenginleşmiş Atatürkçü kesimlerimiz her yıl Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun yıldönümünde nutuklar atmayı çok sever ama Tevhid-i Tedrisat’ı Şeriatçılardan önce delen maalesef Atatürkçülerimiz olmuştur.

Tevhid-i Tedrisat’ın kökeni her çocuğun aynı eğitimi almasıdır ama bundan önce her çocuğun ekonomik düzeyi ne olursa olsun devlet tarafından okutulmasıdır. Böylelikle zengin-fakir ayrımı gözetilmeden tüm çocuklara eğitimde fırsat eşitliği sağlanacaktır.

Fakat bu tür bir eğitim sistemini özel okul ve kolej sistemi bozmuştur. Böylelikle zengin çocuklarının okulları ile fakir çocuklarının okulları ayrılmıştır.

Ülkemizin biraz zenginleşmiş ilerici tabakası da ilericiliği hayata geçirmek, eğitimde özel sektöre karşı çıkmak yerine kendi çıkarını düşünmüştür. Sosyalizmi savunan insanların çucuklarını özel okullarda, kolejlerde hatta yabancı kolejlerde okuttuğu bir garabet yapı oluşmuştur.

Bu sürecin sonu daha da acıklıdır.

Özel okullar sayesinde daha iyi eğitim alan ayrıcalıklı kesimin çocukları üniversite sınavlarında da yaşıtlarını geri bıraktı. Bundan sonra en iyi üniversiteleri bu kesim doldurdu. Ama en iyi üniversiteler aslında Batılı ülkelerin konsolosluğu vazifesini görmekteydi. Buraları bitiren gençler kapağı hemen yurtdışına attı.

Bugün dışa beyin göçü veren bir ülkeyiz. Bundan yakınıyoruz ama beyin göçü üniversite sonunda değil daha en başta ailelerin seçiminde atılmış bir adımın sonucudur.

Ülkemizin önde gelen birkaç Amerikan, Fransız, Alman kolejini bitiren, ondan sonra üniversitede Boğaziçi, ODTÜ gibi okullara giren ve oraları iyi dereceyle bitiren gençlerimizin hiçbiri Türkiye’de kalmamakta önce eğitimine yurtdışında devam etmekte sonra da oraya yerleşmektedir.

Beyin göçü

Bu, beyin ihracı denilen olgudur. Türkiye her yıl 2 bin gencini bu şekilde yurtdışına kaptırmaktadır, son 25 yılın kaybı 50 bin nitelikli insan demektir.

Oysa Atatürk bu ülke okullarının bu ülkenin kalkınma davasına adam yetiştirmesini arzuluyordu.

Fakat Atatürkçülerimiz ve ilericilerimiz bu davaya adam yetiştirmek yerine Batı tipi insan yetiştirme gayretine düştüler.

Düştüler de ne oldu peki?

Dışarıya okumaya ve çalışmaya giden gençler aslında ülkemizin birer ihraç malına dönüştü. Onları Batılı ülkeler kullanmakta, anne ve babaları ise çocuklarının yüzünü bile görememektedir.

İlerici anne baba Batı kompleksinin kurbanı olmuştur. Bugün binlerce genç hem Türkiye için hem de ailesi için kayıp gençtir.

Tevhid-i Tedrisat’ın İmam Hatip tarafına sürekli vurgu yapan ilericimiz tam bir çıkmazdadır. İmam Hatip’in yaptığını kendisi de yapmaktadır. Ama kendisini sorgulamamaktadır.

Üstelik daha vahimi İmam Hatipler Türkiye’yi ele geçirme projesinin bir aracıdır. Bu nedenle İmam Hatipliler bu ülkede devlet kurumlarına yerleşme peşindedir. Beyin ihracı özel kolejlerden dışarı doğrudur ama ülke içindeki boşluğu da İmam Hatipler doldurmaktadır.

Bu ülke neden gericileşti sanıyorsunuz?

Otuz kırk yıldır solcular çocuklarını yurtdışına yolladı Şeriatçılar ise çocuklarını devlet dairelerine!

Şimdi devlet onların eline geçti ve feryat ediyoruz...

İmam Hatiplerin katsayısı normale döndü her yeri imam hatipler dolduracak yine diye sahte bir telaşta Atatürkçümüz.

İmam Hatip’in katsayısı değil ki sorunumuz, sorunumuz bu ülkenin kompleksli ilerici kesiminin ego katsayısı.

Bu katsayı düşse...

İlericimiz kendisini de bu ülkenin sıradan bir vatandaşı gibi görse...

Çocuğunu özel görmese...

Yabancı ülke sevdasına düşmese...

Durum böyle mi olurdu?

Kamusal alana buyrun...

Tam okul seçimi anında yapılan bir tercih hatası bu sonuçları doğurmuştur. Bu tercih sisteminin sorumlusu ise YÖK değildir, ÖSYM değildir, hükümet değildir. Herkes kendi kararını vermekte ve kendi yolunu çizmektedir.

Kendini üsten gören ilericimiz daima özeli seçmiştir.

Bakmayalım kamusal alan yakarışlarına.

Kamusal alansa buyur eğitimde uygula, kendine özel alan açma!

Hiçbiri kabul etmez.

Sorun herhangi bir Atatürkçümüze, çocuğunuz “Gazi Lisesi”nde mi okusun istersiniz yoksa Fransız “St. Bilmemne” kolejinde mi diye...

O çok kamusal alancı, Atatürkçü kesimimiz “Gazi”yi değil “St”i seçer...

Zaten tüm meselemiz de budur.

Özel ilerici çocuğunun da özel olmasını ister. Müthiş bir ego sahibidir o nedenle çocuğunun normal bir okulda okumasını gururuna yediremez.

Ama iyi kolej ve üniversitelerin sayısı da kapasitesi de sınırlıdır. Ve her çocuk buralara giremez.

O zaman yeni bir sektör doğar; bir sürü vakıf lisesi ve vakıf üniversitesi bunun içindir. Bunlar üstelik vakıf üniversitesidir. Paralıdır paralı olmasına, özel okuldur özel olmasına ama en azından adında vakıf vardır.

Böylece ilericimiz rahatlar...

Hele bir de Atatürkçü bilinen bir vakıfsa...

Atatürkçümüzün biricik çocuğu için birebirdir.

Yılda kaç bin dolar ücret talep edildiğinin önemi yoktur. Hali vakti yerinde Atatürkçümüz zaten rahatlıkla öder.

Ama geçim sıkıntısı olan Atatürkçümüz için önemli olan bütçesi değil egosudur. Evini satar, arabasını satar ama çocuğunu o vakıf üniversitesine mutlaka gönderir...

İlerici aile yapımız

Özel yetiştirilen çocuk da çok daha özel olur!

Anne babasını aşar ama bencillikte, sorumsuzlukta ve egoda...

Bir bakmışsınız bizim ilerici ailemiz çatırdamakta.

Her isteği yapılan çocuk bir süre sonra anne babasını da takmamaya başlar.

Atatürkçümüz aslında bir eğitim uzmanıdır, pedagoji bilir, psikoloji bilir...

Ama nafiledir.

Fanus içinde yetiştirilen çocuk ister istemez bencil yetişir ve bencil olur. Bu bencilliğin ilk kurbanı da anne babası olur...

Bizim modern anne ve babamız oturur kara kara düşünür, biz nerede hata yaptık diye...

Hatayı bir türlü bulamazlar çünkü ilerici pedagoji, psikoloji yöntemlerini uygulamışlardır.

Hatayı kendilerinde aramak gibi bir yola pek gitmek de istemezler.

Tayyip’in sesiyle irkilirler, adam televizyondan bas bas bağırmaktadır, üç çocuk yapın diye.

İlericimiz irkilir, hemen modern pedagoji kuramlarını sıralamaya başlar. Önemli olan çok çocuk değildir, önemli olan çocukların nitelikli yetişmesidir.

Bak biz böyle yaptık diyebilirler dönüp kendilerine ama bu gerçeği değiştirmez.

Çünkü kendi çocukları yanlarında yoktur.

Olsa ve çocuğu “anne, baba siz en doğrusunu yaptınız” dese olacaktır. Ama çocuk zaten anne babayı suçlamaktadır.

Kaç çocuk yapmalı

İlerici pedagojinin az ama nitelikli çocuk teorisi tam anlamıyla çökmüştür. Çünkü kuramın temeli olan az çocuklu aile bile ortada kalmamıştır.

Ortada aile kalmamıştır hatta.

Çocuğunu özel okula gönderen aile için çocuğunu doğururken de aynı süreç işlemiştir aslında. İlerici anne babalar çocuk yapalım mı yapmayalım mı sorusunu birbirine sorduklarında yine özel olan seçilmiştir.

İlericilerimiz neden az çocuk istemektedir?

Elbette çocuğa daha iyi bir gelecek sağlamak değildir asıl niyet. Az çocuk demek anne babanın daha fazla boş vaktinin olması demektir. Anne baba kendine vakit ayırmak istemektedir, çocuk sorumluluğu istememektedir.

Ama bu bencil tercihlerini bir ilericilikmiş gibi sunmak istemektedirler. O nedenle de önemli olan çocuğun geleceği derler.

İyi de çocuğun nasıl bir gelecek isteyeceğini nereden biliyorsunuz?

Hem sizin çocuğunuz neden özel olsun?

Sizinki çocuk da kapıcınınki, komşununki, bakkalınki salatalık mı?

İlerici anne baba, aslında çocuğuna verecek vakti, sevgisi olmadığını görmek istemez.

Çocuk onun için bir beladır...

İlerici ailemiz “sosyal hayat”ından kısmak ve çocuğuna vakit ayırmak zorunda kalacaktır.

Sinema mı çocuk mu...

Dışarda yemek mi çocuk mu...

Güzel bir tatil mi çocuk mu...

Tercih bu kadar nettir ve ilerici modern anne babamız da elbette çocuğu seçmez.

Mesele çocuğun iyi yetiştirilmesi değil anne babanın kendi hayatını istediği gibi yaşamasıdır.

Peki ya sonuç?

Sonuç az çocuklu ama yıkık bir aile...

Bencilce davranan eşler ve bencillikle yoğrulmuş çocuklar...

İlericimiz modern aile kurmuştur ama bu modern aile, aile olmaktan çıkmıştır; bireyler anonim şirketi gibi bir şeydir bu yapı.

Ama geri denilen sağcının ve Şeriatçının ailesi ayaktadır...

Solcumuz zavallılığına bakacağına diğer tarafı aşağılamayı seçer yine de...

Hadi Atatürkçümüze bir de Atatürk bu konuda ne düşünürdü onu hatırlatalım.

Atatürk döneminin Harp Okullarında okutulan strateji kitabında aynen şöyle yazar:

“Türk sayısını çoğaltmak ulusal büyük amacı, tabii gelişmeye bırakılmamalıdır. Alınacak ve hayata geçirilecek olağanüstü önlemlerle bir ulusal politika izlenmeli ve Türk sayısı çoğaltılmalıdır.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder